26 Ekim 2016 Çarşamba

Oturma Hakkı Nedir

Bilindiği gibi medeni hukuk alanında bir gayrimenkule sahip olmanın birçok şekli bulunmaktadır. Bir gayrimenkule tüm hakları ile sahip olabileceğimiz gibi gayrimenkul üzerindeki haklarımızı bir edim ya da bir kazanç karşılığında kiraya vermek, intifa hakkı tanımak, sükna hakkı tesis etmek gibi hukuki işlemlerle kısıtlama yoluna gidebiliriz. İşte bu yazımızda sık sık sorulan ve oldukça merak edilen bir konu olan sükna hakkına değineceğiz. Oturma hakkı konusunu daha net bir biçimde anlatabilmek adına oturma hakkı ile ilgili olarak bize sık gelen soruları teker teker yanıtlamak oldukça uygun olacaktır. Bu sorulara kısaca değinecek olursak, oturma hakkı nedir oturma hakkı ile kira arasındaki fark nedir sükna hakkı nasıl sona erer sükna hakkı ile intifa hakkı arasındaki fark nedir sükna hakkı süresi ne kadar sükna hakkının sona ermesi nasıl olur sükna hakkı sözleşmesi nasıl olur oturma hakkı aynı hak mıdır sükna hakkı tesisi nasıl olur sükna hakkı devredilebilir mi sükna hakkı Yargıtay kararı ne yöndedir gibi sorular karşımıza çıkacaktır. Şimdi bu soruları kısaca cevaplayalım. 


Oturma Hakkı Nedir

Sükna hakkı daha bilinen adıyla oturma hakkı bir gayrimenkul üzerinde bir kişiye gayrimenkulün sahibi olmaksızın söz konusu gayrimenkulün imkanlarından yararlanma yetkisi tanımaktadır. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus oturma hakkının yani sükna hakkının bu hakka sahip olana gayrimenkul üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi tanımadığıdır. Başka bir deyişle, oturma hakkı sahibi kimse gayrimenkulün sahibi olmadığı için gayrimenkul üzerinde satış işlemleri yapamaz. İşte oturma hakkı nedir sorusuna verilecek en net cevap bu şekilde olacaktır. 


Oturma Hakkı ile Kira Arasındaki Fark

Oturma hakkı ile kira arasındaki fark nedir sorusuna daha net bir biçimde cevap verebilmek için bu iki kavram arasındaki farkı ilk olarak resmi belgeler bazında açıklamak oldukça yararlı olacaktır. Şöyle ki oturma hakkı yani sükna hakkı ayni bir hak olduğu için herkese karşı yani 3. Kişilere karşı ileri sürülebilen bir haktır. Örneğin, herhangi bir taşınmaz üzerinde sükna hakkına sahip olan bir şahıs sonradan söz konusu gayrimenkulün iyi niyetli bir 3. Kişiye satılmak istenmesi durumunda satışa mani olabilir. Başka bir deyişle, oturma hakkına sahip şahıs sükna hakkını hem gayrimenkulün sahibine karşı hem de iyi niyetli 3. Kişiye karşı ileri sürebilir. Buna karşın, kira ise şahsi bir haktır dolayısıyla herkese karşı ileri sürülebilir bir niteliği yoktur. Aynı örnekten hareket edecek olursak, bir gayrimenkulde kira sözleşmesi ile oturan şahıs gayrimenkulün 3. Bir kişiye satılmak istenmesi durumunda iyi niyetli 3. Kişiye karşı kira sözleşmesini ileri sürerek hak iddia edemez. Yani bu örnekte evi satın alan iyi niyetli 3. Şahıs isterse kira sözleşmesi ile evde oturan kişiyi evden çıkarabilir. Bu durumda kira sözleşmesi ile evde oturan kişinin yapabileceği tek şey kira sözleşmesi hükümleri gereği kira sözleşmesini yaptığı kişiden zararın karşılanmasını talep etmek olacaktır.

Ayrıca sükna hakkı yani oturma hakkı ayni bir hak olduğu için tapu kütüğünde yer alan irtifak hakları bölümünde tescil edilir. Şahsi bir hak olan kira ise tapu kütüğünde yer alan şerhler bölümünde tescil edilir. 

Bununla beraber, sükna hakkı yani oturma hakkı sadece ev, daire gibi yaşam alanlarında tesis edilebilirken kira her türlü taşınmaz üzerinde tesis edilebilir. 

Buna ek olarak, sükna hakkı yani oturma hakkı şekil şartına tabidir. Şöyle ki bir taşınmaz üzerinde sükna hakkı tesis edebilmek için tapu sicil müdürlüğünde resmi senet düzenlenmesi gerekir. Buna karşın, kira sözleşmesi herhangi bir şekil şartına tabi değildir, taraflar isterlerse sözlü olarak dahi kira sözleşmesi yapabilirler. Tabi ki tarafların istemesi durumunda kira sözleşmesi tapu kütüğüne şerh edilebilir veya yazılı bir akit marifetiyle resmiyete kavuşturulabilir. 

Oturma hakkı ile kira hakkı arasındaki fark nedir sorusuna daha net bir cevap verebilmek adına bir örnek vermek oldukça faydalı olacaktır. A kendisine ait apartmanda B lehine bir sükna hakkı tesis etmiştir. Daha sonra ekonomik olarak zor duruma düşen A dairelerden birisini C'ye kiraya vermiştir. Ekonomik olarak sıkıntılarını bir türlü atlatamayan A apartmanı D'ye satmıştır. İşte bu durumda D apartmanın sahibi olduğu gerekçesi ile C'yi apartmandan çıkartabilir. Çünkü D'nin apartman üzerindeki mülkiyet hakkı C'nin kira ile doğan hakkından daha güçlü bir haktır. Buna karşın D apartmanın sahibi olduğu gerekçesi ile B'den apartmanı terk etmesini isteyemez. Çünkü B'nin sükna hakkı 3. kişilere karşı ileri sürülebilen ayni ve mutlak bir haktır. İşte oturma hakkı ile kira arasındaki fark nedir sorusunun cevabı bu noktada ortaya çıkmaktadır. Örnekte D kira hakkı bulunan C'yi apartmandan çıkartabilirken sükna hakkı bulunan B'den apartmanı terk etmesini talep edemez. Dolayısıyla sükna hakkı yani oturma hakkı kira hakkından çok daha güçlü bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Örnekten de anlaşılabileceği üzere kira sözleşmesinden doğan hak sadece taşınmazın malikin karşı ileri sürülebilir, 3. kişilere karşı ileri sürülemez. Buna karşın oturma hakkı herkese karşı ileri sürülebilen ayni ve mutlak bir haktır. 

Sükna Hakkı Nasıl Sona Erer

Sükna hakkı nasıl sona erer sorusunun cevabı taraflar aralarında sükna hakkına ilişkin bir süre belirlemişler ise süre bitiminde sükna hakkı sona ermiş olur. Ancak taraflar herhangi bir süre tayin etmemişler ise sükna hakkı genelde hak sahibinin ölümü ile sona ermektedir. Ancak bu iki neden dışında da bazı nedenler sükna hakkının sona ermesine neden olabilmektedir. İlk olarak, sükna hakkının üzerine tesis edildiği taşınmazın savaş, doğal afetler ve benzeri sebepler sonucu kullanılmayacak hale gelmesi ya da tamamen yok olması durumunda da sükna hakkı sona ermiş olur. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus sükna hakkının sona ermesi için mülkiyet hakkının kullanılmayacak hale gelmesinin yeterli olduğudur. Bununla beraber, kamulaştırma sonucu mülkiyet hakkı ortadan kalkan taşınmaz üzerinde de sükna hakkı yani oturma hakkı söz konusu olamaz. Bunun yanında, sükna hakkı sahibinin üzerine sükna hakkı tesis edilmiş olan gayrimenkulün sahibine karşı terk borcu altına girmesi durumunda da sükna hakkı sona ermiş olur. Yani ivazlı olsun ivazsız olsun herhangi bir şekilde sükna hakkı sahibi sükna hakkının tesis edildiği gayrimenkulü terk etmeyi taahhüt ederse sükna hakkı sona ermiş olur. Ayrıca sükna hakkı kurulmadan önce sükna hakkı kurulmak istenen gayrimenkulün ipotekli olması halinde ve malikin borcu ödememesi durumunda da sükna hakkı sona erebilir. 


Sükna Hakkı ile İntifa Hakkı Arasındaki Fark

öncelikle, sükna hakkı ile intifa hakkı arasındaki fark nedir sorusuna daha net bir biçimde cevap verebilmek adına sükna hakkı ile intifa hakkı arasındaki en keskin fark olan devredilme farkından başlamak oldukça yerinde olacaktır. Şöyle ki sükna hakkı yani oturma hakkı devredilemez. İntifa hakkı ise başkasına devredilebilir. Buna ek olarak, sükna hakkı sadece ev, konut, daire gibi taşınmazlar üzerinde tesis edilebilirken intifa hakkı her türlü taşınmaz üzerinde tesis edilebilir. 

Sükna Hakkı Süresi

İlk olarak, sükna hakkı süresi ne kadar sorusuna verilecek net bir cevap yoktur. Şöyle ki taraflar herhangi bir süre belirlemişler ise sükna hakkı süresi ne kadar sorusunun cevabı belirlenen süre olacaktır. Taraflar sükna hakkı tesisine ilişkin herhangi bir süre tayin etmemişler ise medeni kanunda ön görülen bazı haller sükna hakkı süresi nedir sorusuna yanıt niteliğindedir.

Öncelikle, kamulaştırma sükna hakkını sona erdirir. Şöyle ki sükna hakkı herhangi bir taşınmaz üzerinde  mülkiyet hakkının devamı halinde mümkündür. Dolayısıyla, bir kişiye sükna hakkı tanıyan şahsın mülkiyet hakkının kamulaştırma marifeti ile sona ermesi durumunda sükna hakkı da sona ermiş olur.

Bu duruma ek olarak, üzerinde sükna hakkı tesis edilmiş olan taşınmazın tamamen yok olması ya da kullanılmaz hale gelmesi de sükna hakkının sona ermesine sebep olmaktadır. Çünkü sükna hakkından bahsedebilmek için mülkiyet hakkının devamı gereklidir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus söz konusu taşınmazın nasıl yok olduğunun önemli olmadığıdır. Taşınmaz deprem, sel ya da savaş sonucu yok olmuş olabilir. Taşınmazın yok olması ya da kullanılmaz hale gelmesi sükna hakkının sona ermesi için yeterlidir.

Bununla beraber, sükna hakkı sahibinin gayrimenkul sahibine karşı oturma hakkının terk borcu altına girmesi durumunda ve borca konu olan edimi yerine getirmemesi durumunda mahkeme kararı ile sükna hakkı sona erdirilir. Yani mahkeme kararı da sükna hakkını sona erdiren nedenler arasında karşımıza çıkmaktadır.

Bunun yanında, sükna hakkı tesis edilmeden önce gayrimenkul üzerinde ipotek tesis edilmiş olması durumunda da malikin borçlarını ödememesi halinde sükna hakkı sona ermektedir. Kısacası bu durumda cebri icra yolu ile sükna hakkı sona ermektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus sükna hakkının gayrimenkul ipotek edildikten sonra tesis edilmiş olması gerekliliğidir. Aksi takdirde ipotek söz konusu olsa dahi sükna hakkı cebri icra ile sona ermez.

Ayrıca, sükna hakkı hak sahibinin ölümü ile de sona ermiş olur. Ve bu duruma ek olarak, sükna hakkı ölen kişinin mirasçılarına devredilemez.

Son olarak, sükna hakkı hak sahibinin terkin ile de sona erdirmek mümkün bir haktır. Terkin talep yetkisi oturma hakkı sahibine aittir. 

Sükna Hakkının Sona Ermesi

Sükna hakkının sona ermesi nasıl olur sorusuna verilecek genel bir cevap bulunmaktadır. Şöyle ki taraflar gayrimenkul üzerine sükna hakkı tesis ederken aralarında bir bitiş tarihi belirlemişler ise belirlenen tarihte sükna hakkı sona erer. Buna karşın taraflar gayrimenkul üzerine sükna hakkı yani oturma hakkı tesis ederken herhangi bir bitiş tarihi belirlememişler ise bu durumda sükna hakkının bitiş tarihi farklı şekillerde belirlenir. İlk olarak, sükna hakkı sahibinin ölümü sükna hakkının bitişi anlamına gelmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus sükna hakkının devredilemeyeceği ve miras yoluyla devredilemeyeceğidir. İkinci olarak, sükna hakkı, üzerine tesis edildiği gayrimenkulün savaş, deprem, sel, fırtına gibi felaketler sonucunda kullanılamaz hale gelmesi halinde de sona ermektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus sükna hakkının sona ermesi için taşınmazın tamamen yok olmasının gerekmediğidir. Oturma hakkının sona ermesi için taşınmaz malın kullanılmaz hale gelmesi yeterlidir. Bu duruma ek olarak, sükna hakkı üzerine tesis edildiği gayrimenkulün kamulaştırılması sonucunda da sona ermektedir. Çünkü sükna hakkının tesis edilebilmesi için söz konusu gayrimenkul üzerinde özel mülkiyetin varolması gerekmektedir. Bununla beraber, sükna hakkı tesis edilmeden önce ipotekli olan gayrimenkulün malikinin ipoteğe ilişkin borçlarını ödememesi durumunda da sükna hakkı sona erebilmektedir. Ayrıca sükna hakkı sahibinin gayrimenkulün maliğine karşı terk etme borcu altına girmiş olması da sükna hakkının bitmesi anlamına gelmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus terk borcunun maddi bir karşılık, bir edime karşılık ya da karşılıksız olmasının durumu değiştirmediğidir. Bu durumda sükna hakkı mahkeme kararı ile son bulmuş olur. 


Sükna Hakkı Sözleşmesi

BİR TARAFTAN: Ahmet Kılıç
Mehmet oğlu,
DİĞER TARAFTAN: Semih Ertürk 
Hüseyin oğlu, 

Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır.

Zonguldak ili Çaycuma İlçesi İstasyon Mahallesi 25 ada 50 parsel sayılı 1000 m2 ölçüsündeki bahçeli evin tamamı Mehmet oğlu Ahmet Kılıç adına kayıtlı olup, Hüseyin oğlu Semih Ertürk'ten nakten ve peşin olarak almış olduğu 4300000 (dörtmilyomüçyüzbin) TL karşılığında kendisi ve ailesi ile birlikte oturmak şartıyla 20 yıl süreyle Medeni Kanun'un 823. maddesi gereğince oturma (sükna) hakkı tanıdığını ve bu hakkın tescilini istediğini, Hüseyin oğlu Semih Ertürk'ün de sükna hakkını aynen kabul ettiğini ve bu şekilde tapu siciline tescilini istediğini, bu taşınmaz malın bugüne kadar olan emlak vergilerinin ödenmesinden taraflarının müteselsilen sorunlu olduklarını, taraflarca devir ve temlik içim gösterilen değerin bu taşınmaz malın emlak vergisi değerine yeniden değerlendirme oranı uygulanmak suretiyle bulunacak değerden düşük olmadığını, aksi halde ödenecek harçların vergi V.U.K. gereğince taraflarından cezalı olarak tahsil edilmesini kabul ettiklerini birlikte ifade ve beyan ettiler. 

İşte sükna hakkı sözleşmesi bu şekilde yazılır. Şimdi sükna hakkı sözleşmesi nasıl yazılır sorusunu cevapladıktan sonra sık sık karşımıza çıkan bir diğer soru olan oturma hakkı ayni hak mıdır sorusunu yanıtlamak oldukça yararlı olacaktır.   


Oturma Hakkı Ayni Hak Mıdır

Oturma hakkı ayni hak mıdır sorusuna verilecek en güzel cevap evet olacaktır. Oturma hakkı başka bir deyişle sükna hakkı ayni bir haktır dolayısıyla herkese karşı ileri sürülebilen bir haktır. Zaten sükna hakkı ile kira arasındaki en önemli fark da sükna hakkının yani oturma hakkının ayni bir hak olmasıdır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus oturma hakkının ayni bir hak olması sebebiyle aynı zamanda mutlak bir hak olmasıdır. Buradan hareketle, sükna hakkının 3. kişilere karşı ileri sürülebilir bir hak olduğu söylenebilir. Bu durumu bir örnekle açıklamak gerekirse A kendine ait apartmanda B lehine bir sükna hakkı tesis etmiştir. Sonrasında ekonomik sıkıntılar yaşaması sebebiyle A apartmanı C'ye satmıştır. Bu durumda C artık apartmanın maliki olduğu gerekçesi ile B'nin apartmanı terketmesini talep edemez. Çünkü B'nin sahip olduğu hak sükna hakkıdır. Ve sükna hakkı ayni bir haktır. Dolayısıyla mutlak bir hakka sahip olan B bu hakkını 3. kişilere karşı ileri sürebilir.

Sükna Hakkı Tesisi

Sükna hakkı tesisi nasıl yapılır sorusuna verilecek en güzel cevap hiç kuşkusuz tarafların ortak rızası doğrultusunda yapılan sükna sözleşmesinin tapu kütüğüne tescili ile yapılır şeklinde olacaktır. 

Sükna Hakkı Devredilebilir Mi

Sükna hakkı devredilebilir mi sorusuna verilecek en net cevap hayır olacaktır. Sükna hakkı yani oturma hakkı herhangi bir şekilde devredilemez. Sükna hakkı genelde kullanan kişinin hayatını kaybetmesi ile sona ermektedir.

Sükna Hakkı Nasıl Kurulur

Sükna hakkı nasıl kurulur sorusuna tam olarak cevap vermeden önce sükna hakkının yani oturma hakkının tarafların bu yöndeki ortak iradelerini tapu kütüğüne tescil ettirmeleri sonucu kurulduğunu belirtmek oldukça yararlı olacaktır. Buna ek olarak, sükna hakkı hak sahibine üzerine kurulduğu gayrimenkulden yararlanma ve kullanma hakları verir. Bunun yanında, sükna hakkı ayni ve aynı zamanda mutlak bir haktır. Yani sadece sükna hakkının üzerine kurulduğu gayrimenkulün sahibine karşı değil aynı zamanda 3. kişilere karşı da ileri sürülebilir. Tüm bu noktaları alt alta yazdığımız zaman oturma hakkının mülkiyet hakkına oldukça yakın bir hak çeşidi olduğu ileri sürülebilir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus mülkiyet hakkı hak sahibine maldan yararlanma, malı kullanma, malı tüketme hakları verirken sükna hakkı hak sahibine maldan yararlanma ve malı kullanma hakları vermektedir. Yani sükna hakkı hak sahibine malı tüketme (malı satmak, mala zarar vermek gibi) hakkı vermemektedir ve bu fark itibariyle mülkiyet hakkından ayrılmaktadır. 

16 Ekim 2016 Pazar

CMK ve TCK Değişiyor: Savcı ve Polislerin Yetkileri Arttırılıyor

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşanan yoğun adli trafik birçok insanın hayatını doğrudan etkilerken, sürecin getirmiş olduğu sorunların çözülebilmesi için hükumeti bir takım önlemler almaya sevk ediyor. İşte bu kapsamda bazı suçlar dışarıda kalmak üzere birçok mahkuma af imkanı sağlanması, kamu personeli alımlarının durdurulması, Kanun Hükmünde Kararnameler marifetiyle bazı özel şirketlere ve belediyelere yapılan düzenlemeler gündeme geldi. Böylesine zorlu bir sürecin gerek kanunlar marifetiyle meşru bir zemine taşınabilmesi, gerek yeni düzenlemelerin daha kolay yapılabilmesi adına Ceza Muhakemesi Kanunu ve Türk Ceza Kanunu içinde bazı değişikliklere gidilmesi hedefleniyor. Peki nedir bu değişiklikler? Bu soruya daha net cevap verebilmek için her değişikliği başlıklar halinde incelemek oldukça faydalı olacaktır.

Savcıların Yetkileri Arttırılıyor

Savcıların bilgisayarlarda arama yapma ve el koyma yetkilerini düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 134. maddesine göre savcılara mahkeme kararı olmaksızın bilgisayarlara el koyma ve bilgisayarlarda arama yapma yetkisi veriyor. Bilindiği gibi bu düzenleme öncesinde en kritik dava süreçlerinde bile savcıların mahkeme kararı olmaksızın bilgisayarlara el koyma ve bilgisayarlarda arama yapma yetkisi bulunmuyordu. Bu düzenlemenin amacının hiç kuşkusuz tırmanan terör olayları ve darbe girişimi sonrası oluşan adli trafiğin dava süreçlerinin hızlandırılması marifetiyle aşılması olduğu söylenebilir.

Polislerin Yetkileri Arttırılıyor

OHAL sürecinden önce de terör olaylarının artışı sebebiyle sık sık polisin yetkilerinin arttırıldığına şahit olmuştuk. OHAL süreci ile beraber alınmak istenen önlemlerin hayata geçirilebilmesi adına polisin yetkilerinin tekrar arttırıldığına tanık olmaktayız.

Düzenleme öncesinde şüphelinin aynı olayla ilgili olarak tekrar ifadesinin alınması gereken durumlarda tekrar savcı ifade alıyordu. Bu durumda böylesine bir adli trafiğin olduğu dönemde önemli bir zaman kaybına sebep oluyordu. Yapılan düzenleme ile birlikte, aynı olayda aynı şüphelinin tekrar ifadesinin alınması gereken durumlarda ifadeyi polis alabilecek. Kısacası, bu düzenleme ile birlikte polise doğrudan ifade alma yetkisi verilmiş olacak. Bu yetkiye ek olarak, Yeni CMK kapsamında askeri darbe suçu sebebiyle kolluk güçleri gözaltına alacak ve yargılama sonrasında gerekli görülmesi durumunda bu kişiler sivil cezaevlerine nakledilecekler.

Hakim Davayı Uzatmaya Çalışanı Dinlemeyecek

Örgütsel suçlarda dava sürecinin hızlandırılması amacıyla hakime sanığın davayı uzatma amacı taşıdığı kanaatinin oluşması halinde sanığı ya da sanığın talep ettiği bilirkişileri dinlememe yetkisi verilecek. Geçmiş tecrübelerden edinilen bu kararın dava sürecini kısaltacağına kesin gözüyle bakılırken, olası yeni mağduriyetlerin de önünü açabilecek bir düzenleme olması ciddi tartışmalara neden oldu.

Örgütsel Suçlarda İddianame Okunmayacak

Özellikle darbe girişimi suçu ve teröre ilişkin suçlar gibi örgütsel suçlarda dava sürecinin zaman kaybetmeksizin tamamlanabilmesi adına iddianame okunmayacak, suç teşkil eden fiiller, suça ilişkin kanıtlar okunacak. Bu sayede darbe girişimi ve terör suçları ilgili kovuşturmalar daha hızlı bir şekilde tamamlanmış olacak.

Yargısız Dava Nakli Yapılabilecek

Düzenleme öncesinde bir davanın başka bir yere nakli yargılama yapılması koşuluna bağlıydı. Ancak söz konusu düzenleme ile birlikte yargı yapılmaksızın davanın başka bir yerde yapılmasına karar verilebilecek. Böylece davanın daha hızlı sonuçlanması bekleniyor. Düzenlemeye göre dava yargılama yapılmaksızın aynı ilin sınırları içerisinde başka bir yerde yapılabilecek.

Kaçakların Mallarına El Koyulması

Bilindiği üzere, işlediği suç sonrası gerek yurt içinde saklanmak suretiyle gerek yurtdışına kaçmak suretiyle cezai yaptırımı bertaraf etmeye çalışan kişilerin mallarına kovuşturma aşamasında tedbir konuluyordu. Darbe girişimi sonrasında çıkarılan OHAL Kanun Hükmünde Kararnamesi ile beraber özellikle darbe girişimi suçu sebebiyle yurtdışına kaçmak suretiyle olsun yurt içinde saklanmak suretiyle olsun kaçak durumuna düşen şüphelilerin mallarına el koyma düzenlemesi yapılmıştı. CMK'da yapılan yeni düzenleme ile birlikte kaçakların mallarına el koyma uygulamasının soruşturma aşamasında da yapılabilmesi öngörülüyor. Buna göre, hakkında darbe suçundan soruşturma başlatılmış olan kişilerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki mallarına, haklarına ve alacaklarına soruşturma aşamasında mahkeme kararı üzerine el koyulabilecek, gerekli görülmesi halinde mallarının idaresi için kayyım atanabilecek.

Tahliye Talebi Süresi Uzatılıyor

Halihazırda 3 gün içinde değerlendirilen tahliye talepleri söz konusu düzenleme ile beraber 15 gün içinde değerlendirmeye alınacak. Bu durumun en önemli sebebi hiç şüphesiz artan terör olayları ve darbe girişimi sonrası alınan önlemler çerçevesinde artan şüpheli sayısı olarak gösterilebilir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus tahliye talebi süresinin yalnızca örgütlü suçlar için 3 günden 15 güne çıkarıldığıdır.

Tehdit Hırsızlık ve Dolandırıcılık Suçları Uzlaşma Kapsamında

Halihazırda etkin pişmanlık kapsamında olan suçlar da uzlaşma kapsamına alındı. Böylece uzlaşma kapsamında olan suçlar genişletilmiş oldu. Buna göre, tehdit, hırsızlık ve dolandırıcılık suçları da uzlaşma kapsamına alındı. Bu düzenlemenin de en önemli amacının artan terör olayları ve darbe girişimi sonrası yaşanan OHAL süreci sebebiyle adli makamlarda olan birikmenin bir nebze olsun azaltılması olduğu söylenebilir. Bu düzenlemeye ek olarak, bu suçlara karışan çocukların lehine düzenleme getirilerek cezası 3 yıl hapis ya da adli para cezasını geçmeyen suçlar için resmi makamların uzlaşma girişiminde bulunması öngörülüyor.

Kumar Suçu Cezası Arttı

Türk Ceza Kanunu'nun 228. maddesinde düzenlenen kumar oynamak için imkan sağlama suçunun cezasının alt sınırı 1 aydan 1 yıla, üst sınırı ise 1 yıldan 3 yıla yükseltildi. Bu duruma ek olarak, kumar oynamak için imkan sağlama suçuna ilişkin olarak öngörülen adli para cezası 5 günden 200 güne çıkartıldı.


Fuhuş Reklamı Cezası

Fuhuş reklamı amacı taşıyan görüntülü, yazılı, sesli içerik barındıran ürünleri vermek de artık Türk Ceza Kanunu'nun 228. maddesi kapsamında suç olarak değerlendirilecek.

15 Ekim 2016 Cumartesi

Meşru Müdafaa Nedir

Ceza hukuku alanında karşımıza en çok çıkan konuların başında belki de meşru müdafaa gelmektedir. Halk arasında karşılık vermek olarak tanımlanan meşru müdafaa kavramı doktrinde bile tartışmalı bir konudur. Bu sebeple, bu kadar komplike bir konunun karşılık vermek fiili dışında daha iyi tanımlanması hayati öneme haizdir. Bu tanımı daha iyi yapabilmek adına bize sık sık sorulan soruları cevaplamak oldukça faydalı olacaktır. Bu sorulara kısaca değinecek olursak meşru müdafaa nedir meşru müdafaa TCK tarafından nasıl tanımlanır meşru müdafaa şartları nelerdir meşru müdafaa ve zorunluluk hali nedir meşru müdafaa Yargıtay kararları ne yöndedir meşru müdafaa örnekleri nelerdir meşru müdafaa ne demektir meşru müdafaa unsurları nelerdir meşru müdafaa cezası nedir nefsi müdafaa ile meşru müdafaa arasındaki fark nedir. Şimdi bu soruları kısaca yanıtlayalım.


Meşru Müdafaa Nedir

Meşru müdafaa nedir sorusuna verilecek en kapsamlı cevap kişinin kendisine ya da bir başkasına yapılan saldırı karşısında saldırı şiddetine orantılı bir şekilde olmak kaydıyla karşılık vermesi eylemidir şeklinde olacaktır. Bu eylemi gerçekleştiren şahıs meşru müdafaa hükümleri gereği ceza almamış olur. Böylelikle güvenlik güçlerinin müdahale edemediği zamanlarda insanların kendilerini korumaları sebebiyle mağdur olmalarının önüne geçilmektedir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus meşru müdafaadan bahsedilebilmesi için yapılan "müdafaanın" öncesinde gelen saldırı ile orantılı olması gerektiğidir. Örneğin kendisine yumruk atılan bir insanın bu eyleme karşılık olarak silah kullanması hiçbir şekilde meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez. Bu duruma ek olarak, meşru müdafaadan bahsedilebilmesi için bir saldırının yapılmış olması ve bu saldırıya yakın bir zamanda "karşılık" verilmiş olması gerekmektedir.


Meşru Müdafaa TCK Tarafından Nasıl Tanımlanır

Meşru müdafaa TCK tarafından nasıl tanımlanır sorusuna verilecek en net cevap hic şüphesiz Türk Ceza Kanunu'nun 25. Maddesinde yer alan meşru müdafaa tanımı olacaktır. Buna göre
Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.


Görüldüğü üzere meşru müdafaa TCK tarafından oldukça kapsamlı bir şekilde tanımlanmıştır. Bu kadar kapsamlı bir tanımın sebebi hiç kuşkusuz doktrinde ortaya çıkan özellikle meşru müdafaanın ne ölçüde olacağı hususundaki tartışmalardır.


Meşru Müdafaa Şartları Nelerdir

Meşru müdafaa şartları nelerdir sorusuna cevap vermeden önce bu şartları saldırıya ilişkin şartlar ve savunmaya ilişkin şartlar olarak ikiye ayırmak oldukça yararlı olacaktır.


Meşru müdafaanın saldırıya ilişkin şartlarının başında bir saldırının varlığı gelmektedir. Saldırı meşru müdafaanın ilk şartı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus bitmiş olan ancak güçlü bir şekilde tekrar etme şüphesi olan saldırı sonucu yapılan karşı eylemin de meşru müdafaa kapsamında değerlendirildiğidir. Buna ek olarak, meşru müdafaanın söz konusu olabilmesi için öncesinde yapılan saldırının haksız nitelikte olması gerekmektedir. Meşru müdafaa öncesi yapılan saldırı meşru bir sebebe dayanıyor ise meşru müdafaa söz konusu olamaz. Örneğin B yolda yürürken dikkatsiz bir sürücü olan C onu emek üzeredir. Bunu farkeden A B'yi kuvvetli bir şekilde iterek yere düşürür. Bunun üzerine, B A'ya sinirlenip A'ya saldırır ve A'yı darp eder. Bu örnek olayda B A'yı darp etmesi olayını meşru müdafaaya dayandıramaz. Ve buna bağlı olarak meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmak suretiyle ceza almamayı talep edemez. Çünkü A B'yi meşru bir sebebe dayanarak itmiştir. Meşru müdafaanın saldırıya ilişkin 3. şartı ise meşru müdafaa öncesinde yapılan saldırının meşru müdafaa ile korunabilecek bir hakka yönelik olmasıdır. Başka bir deyişle, meşru müdafaanın amacının bir hakkı korumak olması gerekmektedir. Aksi takdirde meşru müdafaadan söz edilemez. Örneğin, kira borcunu ödemeyen kiracısını darp eden bir kişi meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. Çünkü kirayı ödemeyerek yapılan hak ihlali meşru müdafaa ile savunulabilecek nitelikte bir hak değildir. Meşru müdafaanın saldırıya ilişkin son şartı ise saldırı ile meşru müdafaa teşkil eden fiilin aynı anda yapılmasıdır. Savunma teşkil eden fiil saldırıdan uzun zaman sonra yapılmış ise meşru müdafaa söz konusu olamaz. Bu duruma ek olarak, saldırı başlamadan önce yapılan savunma teşkil eden fiil de meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez. Ayrıca, saldırı ihtimalinin düşük olması durumunda da savunma teşkil eden fiili gerçekleştiren kişi meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz.


Meşru müdafaanın savunmaya ilişkin şartlarının başında hiç şüphesiz meşru müdafaa kapsamında yapılan fiilin mecburi olmasıdır. Yani yapılan saldırıyı bertaraf edebilmek için meşru müdafaa kapsamındaki fiilin tek seçenek olması gerekmektedir. Aksi takdirde, meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmak mümkün olmayacaktır. Buna ek olarak, meşru müdafaa saldırı yapan kişiye yönelik yapılmalıdır. Saldırı ile doğrudan alakası olmayan kişilere yapılan eylem haksız fiil niteliği taşıdığı gibi meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmayı imkansız kılar. Örneğin, A ile B kavga etmiş, B A'yı darp etmiştir. Olayın hemen ardından A B'nin arkadaşına saldırıda bulunursa bu eylem meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez, A meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. A'nın bu durumda meşru müdafaa hükümlerinden yararlanabilmesi için B'ye kendisini darp ederken karşılık vermesi ve olay anında karşılık vermek dışında bir seçenek kalmamış olması gerekmektedir. Bununla beraber, meşru müdafaanın savunmaya ilişkin bir diğer şartı ise saldırı karşısında verilen karşılığın orantılı olmasıdır. Örnek vermek gerekirse, kendisini darp eden bir adamı bıçakla yaralamak ceza hukukundaki orantılılık ilkesine ters düşmektedir. Ve böyle bir durumda meşru müdafaa hükümlerinden yararlanabilmek mümkün olmamaktadır. Bu örnekte meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmak mümkün olmasa da haksız tahrik indiriminden yararlanmak mümkündür. Ancak bilindiği gibi meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmanın mümkün olduğu durumlarda fiili gerçekleştiren şahıs ceza almazken, haksız tahrik sadece cezada belli bir indirim imkanı sağlamaktadır.


Meşru Müdafaa ve Zorunluluk Hali Nedir

Bilindiği üzere, meşru müdafaa kişinin saldırıya uğraması durumunda saldırıyı bertaraf edebilmesi için karşılık vermesi durumudur. Ancak meşru müdafaanın en önemli şartlarından birisi zorunluluk halidir. Yani meşru müdafaadan bahsedilebilmesi için saldırıya uğrayan kişinin meşru müdafaa kapsamında yaptığı fiilin saldırıyı bertaraf edebilmek için tek seçenek olmasıdır. Saldırıya uğrayan kişinin meşru müdafaa dışında herhangi bir seçeneği varsa yaptığı fiil meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez ve dolayısıyla meşru müdafaa hükümlerinden yararlanabilmek söz konusu olamaz. Kısaca, meşru müdafaa ve zorunluluk hali nedir sorusuna verilecek en güzel cevap kişinin saldırı durumunda karşılık vermek dışında bir seçeneğe sahip olmaması durumudur şeklinde olacaktır.


Meşru Müdafaa Cezası Nedir

Öncelikle, meşru müdafaa cezası nedir sorusuna verilecek cevap saldırının niteliği ile müdafaa teşkil eden fiilin orantılı olması ile alakalıdır. Şöyle ki, saldırıya karşılık veren kişinin meşru müdafaa hükümlerinden yararlanabilmesi ve dolayısıyla ceza almaktan kurtulabilmesi için savunma amaçlı yapılan fiilin saldırı teşkil eden fiille aynı nitelikte olması gerekmektedir. Örneğin, kendisine yumruk atan adama silah çeken birisi meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. Bu durumda silah çeken kişi ceza alır. Ancak kendisine yumruk atılmasını gerekçe göstererek haksız tahrik indiriminden yararlanabilir ve bu sayede alacağı cezada bir indirim elde edebilir. Kısacası, meşru müdafaanın tüm şartlarının gerçekleşmesi durumunda meşru müdafaa yapan kişi herhangi bir ceza almaz. Ancak kişinin meşru müdafaa kapsamında değerlendirilmesini beklediği fiili saldırı ile orantılı değilse yaptığı fiilin niteliğine göre ceza alması söz konusudur. Buna ek olarak, saldırıya uğrayan şahsın meşru müdafaa dışında bir seçeneği varsa bu durumda da meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmak ve buna bağlı olarak ceza almamak mümkün olmaz. Buradan hareketle, meşru müdafaa cezası nedir sorusuna verilecek en net cevap meşru müdafaanın söz konusu olduğu durumlarda herhangi bir cezaya hükmedilemez şeklinde olacaktır.


Meşru Müdafaa Yargıtay Kararları Ne Yöndedir

İlk olarak, meşru müdafaanın tüm şartları ile beraber oluştuğu durumlarda herhangi bir cezaya hükmolunamaz. Fakat, meşru müdafaa beklentisi oluşturan ancak meşru müdafaa sınırlarını aşan fiillerin çoğu zaman cezai yaptırım ile sonuçlandığını görmekteyiz. Mesela, kendisine saldıran kişiyi silahla vurma fiili bu duruma örnek teşkil etmektedir. Böyle bir durumda meşru müdafaadan bahsedilemez ve dolayısıyla meşru müdafaa hükümlerinden yararlanabilmek de mümkün değildir. Çünkü saldırı fiili ile silahla vurma fiilleri orantılılık ilkesi çerçevesinde bağdaşan fiiller değildir. Kısaca, meşru müdafaanın bütün koşullarının oluştuğu durumlarda ceza söz konusu olamaz.


Meşru Müdafaa Vikipedi

Meşru müdafaa kavramı Vikipedi gibi birçok sitede tanımlanmıştır. Bu sitedeki tanımlar da Türk Ceza Kanunu'ndaki tanımla paralellik göstermektedir. Vikipedi'de kişinin uğradığı bir saldırı karşısında kişinin kendisini veya bir başkasını koruması şeklinde tanımlanan meşru müdafaa sitede de belirtildiği gibi herhangi bir cezai yaptırıma tabi değildir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus saldırıya karşılık yapılan fiilin ceza hukukundaki orantılılık ilkesine aykırı olmaması gerektiğidir. Bir başka dikkat edilmesi gereken nokta ise saldırıya uğrayan şahsın meşru müdafaa hükümlerinden yararlanabilmesi için karşılık vermek dışında bir seçeneği olmaması gerektiğidir. Aksi takdirde, meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmak mümkün olmaz ve meşru müdafaa kapsamına girmesi beklenen hareket cezai yaptırıma tabi olur.


Nefsi Müdafaa ile Meşru Müdafaa Arasındaki Fark Nedir

Nefsi müdafaa ile meşru müdafaa arasındaki fark nedir sorusuna bu iki kavramın kelime anlamlarını açıklayarak cevap vermek oldukça faydalı olacaktır. Öncelikle, nefsi müdafaa kişinin kendisini koruması fiilidir. Bununla beraber, meşru müdafaa kişinin kendisine ya da bir başkasına yönelen tehdidi oranlılık ilkesi çerçevesinde saldırı ile eş zamanlı olarak güç kullanmak suretiyle def etmesidir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus meşru müdafaadan bahsedilebilmesi için saldırı karşısında yapılan eylemin saldırı ile orantılı olması gerektiğidir. Yani kendisine silahsız olarak saldıran bir kimseye silah ile ateş etme fiili meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez. Aynı şekilde, meşru müdafaadan bahsedilebilmesi için saldırıya uğrayan kişinin güç kullanmak dışında bir seçeneğinin kalmamış olması gerekmektedir.

9 Ekim 2016 Pazar

Resmi Evrakta Sahtecilik Suçu Cezası

Gerek kamuda gerek özel sektörde belki de en çok karşımıza çıkan suç türlerinin başında gelen evrakta sahtecilik suçu kısaca sahte belge üretilmesi ya da zaten var olan bir belgenin çarpıtılması, sahte olan bir belgenin kullanılması, bir belgenin başkalarını kandırma amacıyla kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Ancak bu tanım elbette ki yeterli değildir. Çünkü bu suçun doğuracağı hukuki sonuçlar suçun mahiyetine göre değişmektedir. Bu noktada Türk Ceza Kanunu'nun 204. maddesinde düzenlenen evrakta sahtecilik suçu hakkında bizlere sık sık sorulan soruların ışığında bilgi vermek oldukça yararlı olacaktır. Kısaca bu sorulara değinmek gerekirse resmi evrakta sahtecilik suçu nedir resmi evrakta sahtecilik suçu cezası nedir resmi evrakta sahtecilik suçu cezası paraya çevrilir mi evrakta sahtecilik suçu zamanaşımı süresine tabi mi özel evrakta sahtecilik ile evrakta sahtecilik aynı suçlar mıdır özel evrakta sahtecilik suçu nedir evrakta sahtecilik suçunun cezası ne kadar evrakta sahtecilik suç duyurusu nereye yapılır resmi evrakta sahtecilik suçu TCK tarafından nasıl tanımlanır evrakta sahtecilik suçu ve cezası hangi koşullara göre belirlenir evrakta sahtecilik suçu nasıl oluşur resmi evrakta sahtecilik şikayet süresi ne kadar resmi evrakta sahtecilik suçu ertelenir mi resmi evrakta sahtecilik suçunun unsurları nelerdir resmi evrakta sahtecilik suçu zamanaşımı ne kadar evrakta sahteciliğe af var mı evrakta sahtecilik cezası 2015 yılında değişti mi. Bu soruları yanıtlamaya evrakta sahtecilik nedir sorusuyla başlamak uygun olacaktır.

Resmi Evrakta Sahtecilik Suçu Nedir

Resmi bir belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da zaten var olan bir belgeyi başkalarını kandırma amacıyla kullanılması veya resmi bir belgenin sahte olarak düzenlenmesi fiillerinden en az birinin işlenmesi durumunda ortaya çıkan suç çeşidine evrakta sahtecilik suçu denir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus bu tanımda bahsi geçen suçlardan en az birinin işlenmesinin suçun ortaya çıkması için yeterli olduğudur. Zaten Türk Ceza Kanunu da evrakta sahtecilik suçu nedir sorusunu bir resmi belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi, gerçeğe aykırı olarak belge düzenlenmesi veya sahte resmi belgenin bir kamu görevlisi tarafından kullanılması şeklinde yanıtlamaktadır. Resmi evrakta sahtecilik suçu nedir sorusunu cevapladıktan sonra bize sık sık yöneltilen bir diğer soru olan resmi evrakta sahtecilik cezası nedir sorusunu yanıtlamak yerinde olacaktır.


Resmi Evrakta Sahtecilik Suçu Cezası Nedir

Resmi evrakta sahtecilik suçu cezası nedir sorusuna verilecek olan cevap resmi evrakta sahtecilik suçunun nitelikli ya da basit halinin işlenmesine göre değişiklik göstermektedir. 

Resmi Evrakta Sahtecilik suçunun basit halinin işlenmesi durumunda yani resmi bir belgenin sahte olarak düzenlenmesi, başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi ya da kullanılması söz konusu ise failin alacağı ceza 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olacaktır. 

Resmi evrakta sahtecilik suçunun nitelikli halinin işlenmesi durumunda yani herhangi bir kamu görevlisinin kamu görevinin sağladığı imkanlardan yararlanmak suretiyle resmi bir belgeyi değiştirmesi, sahte olarak düzenlemesi, kullanması söz konusu ise failin alacağı ceza 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası olacaktır. 

Resmi Evrakta Sahtecilik Suçu Ertelenir Mi

Resmi Evrakta sahtecilik suçunun ertelenmesi mümkün mü sorusuna verilecek olan cevap mahkumun durumuna ve mahkemenin vereceği cezanın miktarına göre değişiklik göstermektedir. Şöyle ki, mahkumun alması muhtemel ceza 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıdır. Ceza kanunumuza göre 2 yıl ya da daha kısa bir süre hapis cezası alan mahkumların cezaları ertelenebilir ve ertelenmesi durumunda ceza fiilen uygulanmaz. Buradan hareketle, sanığın 2 yıl ceza alması durumunda alacağı hapis cezasının ertelenmesi ve dolayısıyla uygulanmaması gündeme gelebilir. Fakat, resmi evrakta sahtecilik suçu sonucu alınan hapis cezasının ertelenebilmesi için hükmolunan hapis cezasının 2 yıldan az olması dışında da bazı şartların oluşmuş olması gerekmektedir. Peki nedir bu şartlar? İlk olarak, hakkında hapis cezası erteleme kararı verilecek olan şahsın daha önce kasten işlemiş olduğu bir suçtan mahkum olmamış olması gerekmektedir. Buna ek olarak, mahkemede sanığın tekrar suç işlemeyeceğine dair bir kanaatin oluşması gerekmektedir. Genel olarak resmi evrakta sahtecilik suçunda da diğer birçok su çeşidinde olduğu gibi hapis cezasının ertelenmesinin şartları bu şekildedir. Buna karşın, bazı durumlarda hakim tüm şartlar oluşmuş olsa bile failin almış olduğu hapis cezasını ertelemek için kamunun ya da özel kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi şartını öne sürebilir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus sanığın hapis cezasının ertelenmesi ve buna bağlı olarak uygulanmaması durumunda bile bir mahkumiyetin söz konusu olduğudur. Ve her mahkumiyet hukuki sonuçlar doğurur. Şöyle ki hapis cezası ertelenen kişinin cezası 1 yıldan çok ise ki bu durumda söz konusu ceza en az 2 yıl olmaktadır, ceza infaz edilinceye kadar failin herhangi bir memur olarak çalışması, herhangi bir kamu görevine aday olması mümkün değildir. 

Resmi Evrakta Sahtecilik Suçu Zamanaşımı Ne Kadar

Resmi evrakta sahtecilik suçu zamanaşımı ne kadar sorusuna verilecek olan cevap 8 yıldır. Başka bir deyişle, resmi evrakta sahtecilik suçu teşkil eden fiili 8 yıl içinde soruşturulmazsa faile bir daha aynı suç sebebiyle ceza verilemez. 

Resmi Evrakta Sahtecilik Cezası Kaç Yıl

Resmi evrakta sahtecilik cezası kaç yıl sorusuna verilecek olan cevap resmi evrakta sahtecilik suçunun basit ya da nitelikli halinin işlenmesine göre değişiklik göstermektedir. Şöyle ki fail eğer resmi bir belgeyi başkalarını aldatmak amacıyla değistirdiyse, kullandıysa ya da sahte olarak düzenlediyse alacağı ceza 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olacaktır. Failin suçun nitelikli halini işlemesi durumunda yani fail kamu görevlisi olmanın verdiği imkanları kullanarak resmi bir belgeyi değistirdiyse veya kullandıysa alacağı ceza 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası olacaktır.  

Resmi Evrakta Sahtecilik Şikayet Süresi Ne Kadar

Resmi evrakta sahtecilik suçunda da Türk Ceza Kanunu'ndaki şikayete bağlı suçların aksine şikayet süresi 6 ay değil, 8 yıldır. Bunun sebebi resmi evrakta sahtecilik suçunun şikayete bağlı bir suç olmayışıdır. Resmi evrakta sahtecilik şikayet süresi ne kadar sorusuna cevap verdikten sonra bir başka sık karşımıza çıkan soru olan resmi evrakta sahtecilik TCK tarafından nasıl tanımlanır sorusunu yanıtlamak oldukça faydalı olacaktır. 

Resmi Evrakta Sahtecilik Suçu TCK Tarafından Nasıl Tanımlanır

Resmi evrakta sahtecilik suçu TCK tarafından nasıl tanımlanır sorusuna verilecek olan cevap resmi evrakta sahtecilik suçunun basit ya da nitelikli halinin işlenmesine göre değişiklik göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, resmi evrakta sahtecilik suçunun daha iyi bir şekilde tanımlayabilmek adına evrakta sahtecilik suçunun basit ve nitelikli hallerini ayrı ayrı açıklamak oldukça yerinde olacaktır. 

İlk olarak, resmi evrakta sahtecilik suçunun basit hali sahte resmi belge üretilmesi, Resmi bir belgenin başkalarını aldatma amacıyla kullanılması, resmi bir belgenin manipüle edilerek gerçeğe aykırı bir şekilde düzenlenmesi fiillerini kapsayan suç çeşididir. 

Buna ek olarak, resmi evrakta sahtecilik suçunun nitelikli hali ise kamu görevi ifa eden bir şahsın kamu görevinden kaynaklanan yetkisini kötüye kullanmak suretiyle sahte bir belge üretmesi, varolan bir belgeyi gerçeğe aykırı bir şekilde düzenlemesi, resmi bir belgeyi başkalarını aldatma amacıyla kullanması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 

Evrakta Sahtecilik Cezası 2015 Yılında Değişti Mi

Özellikle son 2 yılda evrakta sahtecilik cezası artacak şeklinde bir çok spekülasyon görmekteyiz. Bu duruma ek olarak, OHAL süreciyle beraber evrakta sahtecilik cezasının azalacağına yönelik duyumlar almaktayız. Ancak yeni yargı paketlerini göz önünde bulundurarak söyleyebiliriz ki evrakta sahtecilik suçu özelinde 2015 yılında herhangi bir ceza indirimi ya da artışı söz konusu değildir. 

Evrakta Sahteciliğe Af Var Mı

Son yıllarda genel af beklentisinin iyiden iyiye artması ile birlikte evrakta sahteciliğe af var mı sorusunu sık sık duymaya başladık. 2015 yılından günümüze kadar devam eden spekülasyonlar bu beklentiyi daha da üst seviyeye taşıdı. Ancak yeni yargı paketlerinde evrakta sahtecilik suçuna ilişkin bir af bulunmamaktadır. Kısacası, evrakta sahteciliğe af var mı sorusunun cevabı net bir biçimde hayır olacaktır. 

4 Ekim 2016 Salı

Miras Davası Nasıl Açılır

Halk arasında yakınlarımızın hayattan koparken bize bıraktıkları mallar şeklinde tanımlanan miras kavramı üzerinde sık sık çıkan ihtilaflar nedeniyle hukukun en önemli konuları arasında yerini almıştır. Özellikle mirasçıların ihtilafa düştüğü durumlarda sorunu diyalog yoluyla çözmelerinin imkansız hale gelmesi miras paylaşımının mahkemeler tarafından yapılmasını zorunlu bir hale getirmektedir. Zaten ihtilaf durumunda başvuru yapılacak olan yegane merci mahkemeler olmalıdır. İşte tam da bu noktada miras davasının ilgililerinin aklına miras nedir, miras hukuku nedir, miras davası nasıl açılır, miras hukuku mal paylaşımı nasıl olur, miras davası ne kadar sürer, miras davası zamanaşımı süresi ne kadar, miras davası masrafları ne kadar, miras davası nasıl açılır, reddi miras davası ne kadar sürer, reddi miras davası reddedilir mi, kardeşler arasında mal mirası nasıl paylaşılır, miras mal nasıl paylaşılır, miras kalan ev nasıl paylaşılır, veraset nasıl paylaşılır, kardeşlerin miras kavgası durumunda ne olur, yasal mirasçılara miras nasıl bölünür, miras davası hangi mahkemede açılır, eşin miras payı nedir, miras davası hangi mahkemede açılır, miras davası dilekçe örneği nasıl yazılır, miras davalarında vekil kullanılabilir mi şeklinde sorular takılmaktadır. Şimdi yazımızda bu sıkça sorulan soruları kısaca yanıtlayalım.


Miras Nedir 

Miras nedir sorusuna verilecek en güzel cevap hiç şüphesiz bir kişinin ölümü sonrasında yakınlarına intikal edecek olan malların, hakların ve borçların tümü şeklinde olacaktır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus miras kavramının sadece pozitif değerler içermediğidir. Başka bir deyişle, miras ölen kişinin borçlarını da içeren bir bütündür. 


Miras Hukuku Nedir 

Miras hukuku nedir sorusuna verilecek en net cevap miras hukuku insanlar öldükten sonra malları hakları ve borçları üzerindeki varsa ölüme bağlı tasarruflarını, mirasçıların haklarını, varsa borçların ne şekilde ödeneceğini düzenleyen bir özel hukuk dalıdır, şeklinde olacaktır. 

Miras Davası Nasıl Açılır

Miras davası nasıl açılır hususunda sık sık sorular görmekteyiz. Bu soruya daha iyi cevap verebilmek adına miras davası nasıl açılır sorusundan ziyade miras davası açabilmek için hangi adımlar izlenmelidir sorusuna cevap vermek çok daha uygun olacaktır. İlk olarak, bir miras davasının söz konusu olabilmesi için mirası bırakan kişinin hayatını kaybetmiş olması gerekmektedir. Bu duruma ek olarak, miras davasının durumu hayatını kaybeden kişinin vasiyet gibi bir ölüme bağlı tasarrufunun olup olmadığına göre değişiklik göstermektedir. Hayatını kaybeden kişinin vasiyeti var ise miras paylaşımı bu vasiyet doğrultusunda yapılacaktır. Miras bırakacak olan kişinin vasiyeti yok ise mirasçıların aralarında hakkaniyete dayalı olarak anlaşması beklenir. Ancak terekenin tespiti tam olarak yapılamıyor ise her mirasçının kendi adına terekenin tespiti davası açması gerekmektedir. Bu dava sonucunda tereke belirlenip bu terekedeki mallar mirasçıların payları oranında mirasçılara taksim edilir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus mirasçı olan bir kişinin mirasçı olduğunu ispat edebilmesi için mahkemeden mirasçı olduğuna dair belge alması gerektiğidir. Bu durumun yanında, mirasçılar arasında tespit edilmiş olan miras üzerinde herhangi bir uzlaşma sağlanamazsa mahkemeye müracaat edilmelidir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise mirastan hak elde edebilmek için mirasçıların miras davası açmak zorunda olmadıklarıdır. Taraflar kendi aralarında anlaşabilirlerse miras davası açmaksızın mirası kendi aralarında paylaşabilirler. Ancak bu durumun gerçekleşebilmesi için mirasçıların bir araya gelerek bir konsensüs sağlamaları beklenmektedir. 

Miras Hukuku Mal Paylaşımı Nasıl Olur

Miras hukuku mal paylaşımı nasıl olur sorusuna cevap verebilmek adına mal paylaşımı sürecinin nasıl başlatılacağının anlaşılması oldukça önemlidir. Öncelikle, miras paylaşımı sürecinin başlaması için miras davasına ek olarak taksim davası da açılması gerekmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus taksim davasının mirasın tamamı için de bir kısmı için de açılabileceğidir. 


Miras Davası Ne Kadar Sürer 

Miras davası ne kadar sürer sorusuna verilecek net bir cevap yoktur. Miras davasının ne kadar süreceği davadaki mirasçıların sayısına, mirasa konu olan malların miktarına göre değişiklik gösterebilmektedir.

Miras Davası Zamanaşımı Süresi Ne Kadar 

Öncelikle, miras davası zamanaşımı süresi ne kadar sorusunun net bir cevabı yoktur. Bu durumun sebebi kanun koyucunun açılacak olan miras davasının niteliğine göre farklı zamanaşımı süreleri belirlemiş olmasıdır. Bir örnekle açıklamak gerekirse, mirasa ilişkin bir tapu davasının zamanaşımı ile bir reddi miras davasının zamanaşımı aynı değildir. Bu açıdan bakıldığında açılacak olan davanın türünün ve buna bağlı olan zamanaşımı süresinin bilinmesi oldukça önemlidir. Buradan hareketle, her miras davasının zamanaşımı süresini ayrı ayrı incelemek oldukça yerinde olacaktır. 

Tenkis Davası Zamanaşımı Ne Kadar

Miras paylaşımı sonrasında hak ihlali ile karşılaşan şahsın durumu öğrendiği andan itibaren 1 yıl içinde, her durumda vasiyetin açıklamasından itibaren 10 yıl içinde Tenkis davası açması gerekmektedir. 

Reddi Miras Davası Zamanaşımı Ne Kadar 

Reddi miras davası zamanaşımı ne kadar sorusunun cevabı 3 ay olacaktır. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus mirasın borca batık olup olmadığının belli olmadığı durumlarda bu 3 aylık olan sürenin mirasın borca batık olduğunun öğrenilmesinin ardından başladığıdır. Diğer her halde 3 aylık süre mirasçı olunduğunu öğrenilmesinin ardından başlar. 

Tapu İptal Davası Zamanaşımı Ne Kadar 

İlk olarak, tapu iptal davası zamanaşımı ne kadar sorusuna verilecek en güzel cevap muvazaa söz konusu ise zamanaşımı süresi olmadığıdır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus tapu iptal davası açan kişinin kötü niyetli olmaması gerekliliğidir. Yargıtay'ın kötü niyetli şahısların açtığı tapu iptal davalarında davacı aleyhine verdiği kararları bulunmaktadır.   

Miras Davası Masrafları Ne Kadar

Miras davası masrafları ne kadar sorusuna daha düzgün bir şekilde cevap verebilmek adına masraflardan ilk kalem olan mahkeme harcından başlamak oldukça uygun olacaktır. Öncelikle, miras davasının açılabilmesi için yetkili mahkemeye harç için başvuru yapılmalıdır. Bu harç bedeli sabit bir miktar değildir. Harç bedeli mirasta söz konusu olan malların satış bedeli üzerinden belirlenir. Harç bedelini mahkeme belirler. Harç bedeli belirlendikten sonra satış memuru tarafından tahsil edilir. Bu harç bedeline ek olarak, doğacak avukat masrafları oldukça değişkendir. 

Miras Davası Nasıl Açılır 

Miras davası nasıl açılır sorusuna verilecek en güzel cevap yetkili mahkemeye harç için başvuru yapıp bu başvuruya ek olarak miras davası dilekçesini mahkemeye iletmek olacaktır. Mahkeme süresince taraflar kendi kararları ile belirledikleri bir kişiyi vekil olarak tayin edebilirler. Ve bu vekil taraflar adına imza bile atabilir. Mahkemenin mirasın miktarına göre belirleyeceği harç bedeli satış memuru tarafından tahsil edilir. 

Reddi Miras Davası Ne Kadar Sürer

Öncelikle, reddi miras davası ne kadar sürer sorusuna verilecek net bir cevap bulunmamaktadır. Davanın ne kadar süreceği davacı sayısına, mirasa konu olan malların miktarına göre değişiklik göstermektedir.  

Kardeşler Arasında Mal Mirası Nasıl Paylaşılır 

Öncelikle, çocuklar ve eş mirastan ilk pay alacak olan kişilerdir. Mirasa konu olan malların 1/4'ü eşe kalır. Geri kalan mallar ise kardeşler arasında taksim edilir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus eşin mirastan pay alabilmesi için ölüm anında evliliğin devam ediyor olmasıdır. Bir başka ifadeyle, eşin mirasçı olabilmesi için muristen boşanmamış olması gerekmektedir. 


Kardeşlerin Miras Kavgası Durumunda Ne Olur

Kardeşlerin miras paylaşımı sürecinde kendi aralarında sorun yaşamaları ve uzlaşma sağlayamamaları belki de miras hukukunun en çok karşımıza çıkan konusudur. İşte bu noktada kardeşlerin hak kayıplarını önlemek amacıyla mahkemeye başvuru yapmaları oldukça önemlidir. Peki kardeşler arasındaki mal paylaşımında çıkan sorunların genel olarak sebepleri nelerdir? İlk olarak, bu sorunun en genel sebeplerinden biri kardeşlerin yasal haklarını bilmiyor olmalarıdır. Bunun yanında, miras bırakan şahsın sağlığında mirasa konu olmuş olan mallar üzerinde yapmış olduğu muvazaalı işlemler de kardeşler arasında miras paylaşımı sürecinde sorun yaratabilmektedir. Muvazaalı işlemde miras bırakanın sağlığında mirasçılardan birine ya da mal ile ilgili bir hakkı bulunan 3. bir kişiyi hak kaybına uğratabilmek için kağıt üstünde hileli bir satış gerçekleştirmiş olması söz konusudur. Bu duruma ek olarak, mirastaki taşınmazların her bölümünün aynı değere sahip olmaması, miras taksiminin hakkaniyete göre yapılmamış olması gibi sebepler de kardeşler arasındaki mal paylaşımı hususunda sorun çıkaran etkenler arasında gösterilebilir. Peki kardeşlerin miras kavgası durumunda ne olur? Bu soruya her ihtimali göz önünde bulundurarak cevap vermek oldukça uygun olacaktır. Öncelikle, yukarıda belirtilen sebeplerden muvazaalı bir işlem sonucu mirasçılardan biri hak kaybına uğramış ise tapu iptal davası açılarak hak kaybı önlenebilir. Tapu iptal davası ile muvazaalı olan satış işlemi iptal edilmiş olur ve böylelikle hak kaybına uğramış olan mirasçının hakkı korunmuş olur. Buna ek olarak, bazen hangi mirasçının mirasın konusu olan taşınmazın hangi bölümünü alacağı tam olarak belirlenmemiş olabilir. İşte bu durumda mirasçıların herhangi bir şekilde uzlaşma sağlayamamaları durumunda ortaklığın giderilmesi davası açılmalıdır. Bu dava sonucunda hakim mirasın konusu olan taşınmazı hakkaniyete dayalı olarak taksim edecektir. 

Miras Mal Nasıl Paylaşılır 

Öncelikle, miras mal nasıl paylaşılır sorusunun kesin ve net bir cevabı bulunmamaktadır. Çünkü bu durum her ihtimale göre değişiklik göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, her ihtimalin ayrı ayrı incelenmesi oldukça yararlı olacaktır. İlk olarak, miras bırakan kişinin birinci derece mirasçıları çocuklarıdır. Altsoyu yani çocuğu olmayan kişilerin mirasçıları ise anne babadır. Miras bırakan kişinin altsoyu ve anne babası yoksa yasal mirasçıları büyükanne ve büyükbabadır. Miras bırakan kişi evliyse ve çocukları varsa eşi mirasın 4'te 1'ini alır. Miras bırakan ölüm anında evliyse ancak çocukları yoksa ve miras bırakanın anne babası da yaşıyorsa sağ kalan eş mirasın yarısını kazanır. Sağ kalan eşin miras bırakan eşin büyükannesi ya da büyükbabası ile beraber mirasçı olması durumunda ise sağ kalan eş mirasın 4'te 3'ünü kazanır. Eğer sağ kalan eş ölen eşin tek başına mirasçısı ise mirasın tamamını alır.

Miras Kalan Ev Nasıl Paylaşılır 

Miras kalan ev nasıl paylaşılır sorusunun net bir cevabı bulunmamaktadır. Çünkü miras kalan evin nasıl paylaşılacağı mirasçıların kendi aralarında anlaşıp anlaşamamalarına göre değişiklik göstermektedir. İlk olarak, mirasçılar kendi aralarında anlaşırlarsa sorun ortadan kalkar. Bu duruma ek olarak, mirasçıların anlaşamamaları durumunda ortaklığın giderilmesi davası açılır ve mahkeme tarafından evin değeri mirasçılar arasında hakkaniyete dayalı olarak taksim edilir. 


Yasal Mirasçılara Miras Nasıl Bölünür 

Yasal mirasçılara miras nasıl bölünür sorusuna verilecek en genel cevap mirasın 1/4'ünü murisin eşi alacak, geri kalan 3/4'lük dilimi çocuklar aralarında eşit olarak paylaşacaktır, şeklinde olacaktır. Ancak murisin çocuğunun olmadığı ve üstsoylarının yani anne, baba, büyükanne, büyükbaba gibi yakınlarının hayatta olmadığı durumlarda murisin eşi mirasın tamamını alacaktır. Eğer murisin çocuğu yoksa ve anne babası hayattaysa mirasın yarısı murisin eşine, diğer yarısı ise anne babasına kalır. Eğer murisin çocukları yoksa ve anne babası hayatta değil, ancak büyükannesi ya da büyükbabası hayatta ise mirasın 3/4'ü murisin eşine, kalanı murisin üstsoyuna mensup kişi ya da kişilere kalır.

Eşin Miras Payı Nedir

Eşin miras payı nedir sorusunu daha iyi cevaplamak adına her ihtimali ayrı ayrı incelemek oldukça yararlı olacaktır. İlk olarak, eşlerin birbirlerine mirasçı olabilmeleri için ölüm anında evliliklerinin devam ediyor olması gerekmektedir. Bir başka deyişle, boşanmış eşler birbirlerinin mirasçısı olamazlar. Ölüm anında evliliğin devam ediyor olduğu durumda sağ kalan eş ölen eşin mirasçısı olacaktır. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus ölen eşin alt soyu olup olmadığıdır. Örneğin, ölen eşin bir alt soyu varsa sağ kalan eş ölen eşin mirasının 4'te 1'ine sahip olacaktır. Yani miras bırakan eşin çocuğu ya da torunu varsa sağ kalan eş mirasın 1/4'ünü alacaktır.  

Sağ kalan eşin ölen eşin annesi ve babası ile birlikte mirasçı olması ve ölen eşin alt soyu bulunmaması durumunda ise sağ kalan eş mirasın yarısına sahip olur. 

Sağ kalan eş ölen eşin büyükannesi veya büyükbabası ile birlikte mirasçı olursa mirasın 3/4'ünü kazanmış olur. 

Sağ kalan eşin tek başına mirasçı olması durumunda ise mirasın tamamını kazanması söz konusudur. 

Miras Davası Hangi Mahkemede Açılır

İlk olarak, miras davası hangi mahkemede açılır sorusunun yanıtı miras bırakan kişinin son ikametgahındaki yetkili Sulh Hukuk Mahkemesidir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus bazı durumlarda görevli mahkemenin miras davasının konusuna göre değişkenlik gösterebileceğidir. Örneğin tapu tescili ile ilgili miras davaları Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülür. Buna karşın, terekenin tespiti ve diğer birçok miras davası Sulh Hukuk Mahkemelerinde görülür. 

Miras Davası Dilekçe Örneği Nasıl Yazılır 

Öncelikle, herhangi bir miras davası açabilmek için miras bırakan kişinin son ikametgahındaki yetkili Sulh Hukuk Mahkemesi'ne miras davası dilekçesi yazılmalıdır. Peki miras davası dilekçe örneği nasıl yazılır? Bu soruya bir örnekle cevap vermek oldukça uygun olacaktır. 

TARAFLAR:
Ahmet B. ile Hasan B. arasında aşağıdaki koşullarla bir miras paylaşma sözleşmesi akdolunmuştur. 

KONU:
İşbu sözleşmede;
Ahmet B. devreden
Hasan B. devralan olarak anılacaktır.

İşbu sözleşmenin konusu, Mehmet B.'nin vefatı sonucunda devredenlerin kendilerine intikal eden tapularda Ahmet B. adına kayıtlı olan ve edinilmiş mal rejimi gereği yarısının da ona ait olduğu, terekedeki taksim sonunda kendisine düşecek miras payına düşen Ahmet B.'nin konutun mülkiyet hakkının tamamını mirasçılardan olan Hasan B.'ye devretmesidir. 

TARAFLARIN YÜKÜMLÜLÜKLERİ:
Devredenler, 19/09/1999 tarihinde ölen Mehmet B.'den kendilerine intikal eden ve taksim sonucunda kesinleşecek olan yukarıda bahsi geçen mülkiyet üzerindeki miras payının tamamını devralana, Hasan B.'nin terekenin kalan kısmından hiçbir hak talep etmemesi şartıyla devretmiştir. 

YETKİLİ MAHKEME:
İşbu sözleşmeden doğması muhtemel uyuşmazlıklar için Sulh Hukuk Mahkemesi yetkili olacaktır.

İşbu sözleşme, 01/01/2000 tarihinde Adana'da beş nüsha olarak imzalanmış ve bir nüsha olarak devralana teslim edilmiş, diğer nüshalar devredenlerde kalmıştır.

Devreden                        Devralan

Miras Davalarında Vekil Kullanılabilir Mi

Miras davalarında vekil kullanılabilir mi sorusunun cevabı evet olacaktır. Miras davalarında genellikle tarafların fazla olması sebebiyle tarafların kendileri belirledikleri bir vekil aracılığıyla işlemlerini yapma şansları vardır. Böylece davanın seyri daha hızlı bir şekilde devam edecektir. Hatta tarafların belirledikleri vekillerin tarafların yerine imza atma yetkisi dahi bulunmaktadır.